Otele vardığımızda gece olmuştu,hızla yemek yiyip,dinlenmeye geçtik.Sabah gün doğarken uyanmıştık, otele gece geldiğimiz için çevreyi,doğayı merak ediyorduk, heyecanla kendimizi odadan dışarıya attık. Kivu gölü,otelin hemen önündeydi. Masmavi ve ucu,bucağı gözükmeyen bir göl.Deniz gibi kumsalları olan,plajlarında insanların güneşlenip,eğlendikleri bir göl.Otelin bahçesinde onlarca kuş çeşidi vardı,rengarenk,hangisine bakacağını şaşırıyordu insan. Sadece küçük kuşlar değil, bir palmiyenin tepesinde akbaba poz veriyor,bir başka ağaçta 10-15 kartal, otelin kapısındaki hurma ağaçlarının içerisi meyve yarasası dolu,her biri tavuk kadar.
Bu çeşitlilik heyecanlandırıyor. Martı,karga,güvercin ve serçe ağırlıklı bir şehirden rengarenk bir doğaya dalınca insan nereye bakıp,hangisinin fotoğrafını çekeceğini şaşırıyor.
Kahvaltı sonrası bizi bekleyen tekneye binip,kahve üretim ve işleme kooperatifine doğru yola çıktık. Şansımıza hava hem çok açık,hem de rüzgarsızdı. İlk durağımız üzeri kahve ekili küçük bir adacıktı. Rehberimiz kahve bitkisi hakkında epey bilgi verdi. Ağacı ve meyvayı çok yakından tanımıştık. Bu ön bilgilendirmeyle kooperatifin olduğu yere geldik. Afrikada her yerde olduğu gibi burada da bizi ilk karşılayan çocuklar olmuştu. Masum,meraklı,utangaç ama hep güler yüzlü. Günlerden Pazar olduğu için hepsi ailelerince en güzel giysileri giydirilmiş,yıkanmış,pırıl,pırıldı.Hepsi güler yüzlü ve sıcak. Kızlar ve oğlanların saçları aynı uzunlukta,elbise giymeseler kız çocuklarını ayırd etmek mümkün değil. Hepsinin bir çok kardeşi var ve hepsi kardeşlerine bir anne gibi bakıyor. Çocukları fotoğraflıyorum,sonra da onlara sarılıp,birlikte fotoğraf çektiriyoruz.
Kooperatifin rehberi bizi çocuklardan kopartıyor , tarlalara doğru ilerliyoruz. Önce kahve bitkisini tanıtıyor,küçüklüğünden gelişmişliğine kadar olan süreç anlatıyor,sonra meyvesine sıra geliyor. Ham halininin kırmızılığından etkileniyoruz,olgunlaştıkça siyaha dönüştüğünü daha erken meyve vermiş ağaçların uç dallarında gözlemliyoruz. Hasat bu aşamada yapılıyor. Kahve toplandıktan sonra, su dolu havuzlarda yüzdürülüyor, meyveyi saran zarın çıkması,içi boş meyvelerin ayıklanması ve hastalıklı tanelerin uzaklaştırılabilmesi böyle sağlanıyor. Ağır taneler ve A sınıfı meyveler ayrı bir fermantasyon tankına gönderiliyor ve onlar da aralarında kalite açısından derecelendiriliyor. Bunların dışında kalan taneler B ve C sınıfı kahveler olarak ikinci bir kırıcıya ve düşük ısıda başka bir fermantasyon tankına gönderiliyor. Ayrılan kahve çekirdekleri kurutulmak üzere açık havada kurulmuş uzun tel ile kaplı masalara yayılıyor ve orada kurutuluyor. Kurutulmuş kahveler kavruluyor,ardından da öğütülüp,eleniyor. Bundan sonra geriye kalan sadece sıcak suyla karıştırıp içmek oluyor. Kahve’nin Ruandaya 1904 yılında alman misyonerler tarafından getirildiği sanılıyor. 1930 yıllarına gelindiğinde pek çok aile kahve tarımı yapar hale gelmiş. Her biri bir hektar veya biraz daha az büyüklükte, ortalama 500.000. kahve çiftliği olduğu hesaplanıyor. Toprağın uygunluğu,iklim ve daha teknik tarım yapılması nedeniyle Ruanda son yıllarda kahve kalitesi olarak Afrika ülkeleri arasında önemli bir yere sahip oluyor.
Kahve kooperatifinde fideden üretime,yıkama havuzlarına,kurutma masalarına kadar bütün işlemi anlattılar ve gösterdiler,ardından geleneksel yöntemlerle kahvenin kavrulmasına sıra gelmişti. Yerde yakılan bir ateşin üzerine koydukları toprak bir kapta kahveyi karıştıra,karıştıra kavurdular. Kavrulmuş kahveyi,büyük taş bir havanın içine koyup,uzun bir sopayla vura,vura öğüttüler. Bu süreçlerde bizlere de uygulama yaptırdılar. Öğütülen kahveleri havaya savrulup, posasından ayırdılar ve ince bir elekten geçirip,toz haline getirdikleri kahveyi pişirilmeye hazır olarak mutfağa verdiler. Hayatımda içtiğim en doğal,taze ve sert kahve sanıyorum buydu.
Otelimize dönmek üzere tekrar tekneye bindik, yaklaşık 90 dakika sonra otelin önündeki kumsala gelmiştik. Sabah giderken tenha olan plaj ,dönüşümüzde bir hayli kalabalıklaşmıştı, yüzenler,güneşlenenler,spor yapanlar,çimlere uzanmış kitap okuyanlar aylak,aylak gezinenler. Bir çok insan oradaydı.
Yemeğin ardından toparlandık ve Uganda sınırına doğru yola çıktık. Sınıra varmamız çok zaman almamıştı. Çıkış işlemlerini yaptık,iki bina ileriye yürüyüp,orada ki bir barakada giriş işlemlerimizi yapmak üzere gişeye yaklaştık. Ugandalı gümrük polisi Türkiye ve Türkiyenin sorunlarıyla yakından ilgiliydi. Epey bir soru sordu,şaşırdık bu ilgiye ama sonra sebebini anladık. Pasaportlarımıza giriş kaşesini bastı ve artık Ugandadaydık.
Ruanda yazımız için tıklayınız.
Kigali yazımız için tıklayınız.
Ruanda Soykırım yazımız için tıklayınız.
Kivu Gölü yazımız için tıklayınız
Dian Fossey yazımız için tıklayınız.