Uçağımız sabaha karşı 02.00 de Kigali havalimanın indi. Giriş işlemleri son derece kibar,düzenli ve hızlı olarak yapıldı. Girişte vize olmamasına rağmen kişi başı 30 USD ülkeye giriş parası ödememiz gerekti. Bagajlarımızı alıp,dışarıya çıktığımızda yine Afrikada hiç alışmadığımız gibi bir düzen ve temizlik vardı. Rehberimiz Rogers kapıda bizi bekliyordu. Eşyalarımızı yükledik ve otelimize doğru yola çıktık, saat 03.30 civarında odamızdaydık.
Yaptığımız program; bir gece Kigali de kalıp,görülmesi gereken yerleri ve müzeleri gezmek,ardından da Kivu gölü kıyısında ki Serena otele varıp,ertesi gün kahve plantasyonlarını ziyaret edip,oradan Ugandaya geçmekti.
Sabah erkenden kalkıp arkadaşımız Selen ile buluştuk. Ruandada ki yaşamı,ülkenin özelliklerini uzun uzun konuştuk. Ruanda Afrikada ki en güvenli,en çevreci ve en hızla kalkınan ülke konumuna gelmiş,bir çok batılı şirket ve fon,Kigali’yi merkez olarak seçmiş.2020 yılında Afrika’nın Singapuru olmaya çalışıyorlarmış,epey de yol almışlar.
Kahvaltı sonrası ilk ziyaret edeceğimiz yer olan, Kigaliden 35 km uzaklıktaki NYAMATA CHURCH ‘ün olduğu Nyamata kasabasına doğru yola çıktık. Yollar dar,ancak asfalt. Yolların etrafı bitkilerle süslenmiş,temiz ve düzenliydi.
15-16 Nisan 1994 de bu kilise içerisinde ve civarında 10.000 den fazla Tutsi katledilmiş. Kiliseleri güvenli bulan halk buralara sığınmış,ancak gerek tavana çıkanların açtığı ateş,gerek de daha sonra palalarla yapılan katliam sonucunda bu kilisede 10.000 in üzerinde Tutsi yok edilmiş. Kilisenin tavanında kurşun delikleri olan çatısı aynen muhafaza edilmiş. Duvarlarında palalarla öldürülen insanlarla,duvarlara çarpılarak öldürülen çocukların kan izleri var. Katliam sona erdikten sonra günlerce buraya kimse gelememiş,cesetlerin çoğu bozulmuş,bir kısmını da köpekler parçalayıp ,tanınamaz hale getirmiş. Kilisenin içerisindeki sıraların üzerinde orada ölenlerin elbiseleri duruyor. İçeride fotoğraf çektirmiyorlar. Sanıyorum,daha yeni,yeni huzur bulup,birbirini affetmeye çalışan insanların yaralarını tazelemek istemiyorlar. Ancak bundan en çok yararlananlar, çirkinlikleri,acımasızlıkları , emperyal duygu ve alışkanlıkları olan ülkeler oluyor.
Kilisenin arka bahçesinde orada ölenler için yapılmış toplu mezarlar var. Kurbanlardan kalanlar sergileniyor. En acıklısı üzerinde kurşun,kurşun deliği veya pala izleri olan kafatasları.
Öfkeden ve bir insan olarak,kendilerine de insan diyen bazı yaratıkların yaptıkları acımasızlıklar içimi şişirmişti.
Bahçenin içerisinde bir başka mezar daha vardı.” Tonia Locatelli “ adında,kilise civarlarında yaşayan cesur bir kadın. Tutsilere saldırılar artıp,katliamlar başladığında büyük bir cesaretle alabildiği kadar çok Tutsiyi evine almış,yiyecek ve barınma sağlamış. Ancak en büyük hatası gördüklerini Uluslararası bir radyoda anlatmış ve sonunda “ ben gördüm,bunu yapan hükümetin adamlarıydı demiş.” Sanıyorum infaz emri de o anda verilmiş, bu konuşmanın hemen ardından evi basılmış, o ve evinde sakladığı Tutsiler katledilmiş.
Bu kiliseye girişte para alınmıyor,ancak çıkarken isterseniz bağış yapıyorsunuz. Yaşananları görünce de yapıyorsunuz.
Kilisede gördüklerimiz hepimizi çok etkilemişti, hemen yakınındaki Ntarama Memorial Kilisesine gidecek gücü bulamadık. Duygusal enerjimizi Kigali’nin içerisindeki Gisozi Genosid Memorial’e sakladık ve yola çıktık.
Kigalide Gisozi Genosid Memorial’ı, Ruandalıların yemek yediği bir lokanta da öğlen yemeği yemeyi ve el işi hediyelik eşyaların satıldığı Craft Market’i ziyaret etmeyi planlamıştık.İlk iş olarak Soykırım müzesine gittik. Olayların başından sonuna kadar tarih,tarih anlatmışlar, en sonunda da tüm dünya da yaşanan soykırımların hikayelerini koymuşlar. Bir de fotoğraf bölümü var,acıklı. Soykırımda öldürülenlerin yakınları,ölenlerle ilgi buldukları resimleri gelip panolara asmışlar,binlerce fotoğraf var. Önemli bir kısmı,hiç savunmasız,masum çocuklar. Bir kez daha bunu yapanlara, yaptıranlara, iktidar sahibi olabilmek için halkı bir birine düşman edenlere, bir birini kırdıranlara lanetler okuyup,en içten küfürleri ederek çıkıyoruz.
Dışarıda, bir sürü beton platformlar var,üzerlerinde sandalyeler, biraz solmuş çiçekler olan. Önce anlayamadık ne olduğunu. Üzerlerindeki plaketleri okuyunca irkildik,anladık ki bastığımız yerlerde 250.000, yanlış okumadınız tam 250.000 insan yatıyor. Çiçekler ,anmaya gelen yakınlarından, iskemleler de dua için gelen yaşlılar için konulmuş.
Ruanda ile ilgili bir çok film ve belgesel yapıldı. Bunların en başında 2004 yılında yapılan Hotel Rwanda gelir.Bu film hakkında yolculuk öncesi pek çok şey okumuştum, o nedenle de önünden geçmeme rağmen ziyaret etmek içimden gelmemişti. Bir çok olayın çarpıtıldığı,yine sahte kahramanların yaratıldığı bir filmdi. Ne otelin sahibi kahraman,ne de yaptığını söylediği pek çok fedakarlığı yapan bir adamdı. Gerçek olayda insanları ihbar eden,içecek su vermeyip, sığınanların otelin klorlu havuz suyunu içmeye mecbur bırakan bir adamdı. Bu olayı ve o günleri hissetmek isteyenler 2005 yapımı Sometimes In april,Shake 2007 yapımı Hands With the Devil, yine 2007 yapımı Munyurangabo gibi filmleri seyretmeli ve dünyanın en ünlü belgeselci ve doğa savaşçısı, fotoğrafçı Sebastiao Salgado’nun Genesis ve Africa kitaplarına da göz atmalılar.
Hüzün içimizi sarmış bir halde arabaya binip yemeğe gidiyoruz.yolda kimsenin konuşacak hali yok. Alel ,acele yemeklerimizi seçiyoruz,yemekler açık büfe ve kişi başı 2.500 Ruanda Frangı.( içecek hariç) Ruanda mutfağının ağırlıklı yemekleri tatlı patates,muz,pilav ve et yemekleri.Biz de bunlardan birer tane seçip tadıyoruz.Ancak hiç birimiz yerel yemekler konusunda bir beğeni ifade edemiyoruz. www.afrikabite.com
Yemek yediğimiz yerel lokantaya ( Afrika Bite ) Selen ve Eşi de geliyor.Bize Ruandanın en ünlü, ( dünya sıralamasında da ilk üç’te olan ) çekirdek kahvelerden getiriyor.Eşi çok cana yakın, bize ailesinin bu katliama şahit olduğunu ve bir çok insanı her türlü tehlikeye rağmen kurtardıklarını anlatınca boynuna sarılasım geliyor.
Selen ve Eşi ile vedalaşıp,Craft Market’e doğru yola koyuluyoruz. Tam anlamıyla turistik bir yer. Alıştığımız tarzda el sanatları pek yok,ancak Ruanda’nın çok renkli geleneksel hasır örme tabak,sepet,başlarında taşıdıkları alış,veriş sepetleri var. Onlardan alıyoruz,birkaç tane de küçük maun heykel. Sonra arabamıza doluşup,Gisenyi-Kivu gölü kenarında o gece konaklayacağımız Serena oteline doğru yola çıkıyoruz.
Rogers yolculuğumuzun 157 km.varış süremizin de yaklaşık 3.5 saat olacağını söylüyor. Yani neredeyse saatte 50 km hız demek bu. Pek anlayamıyoruz ama sesimizi de çıkartmıyoruz. Uyuklayarak gitmeyi planlıyoruz. Ancak ne mümkün,tüm yol insan dolu. Tam tarif etmem gerekirse Pazar günü öğlenden sonra Bağdat caddesinde ki insan kalabalığı sanki. Gidiş, geliş asfaltın dışında kalan toprak yol,kadın,erkek,çocuk binlerce kişinin yürüyerek evine,işine,misafirliğe varmaya çalıştığı bir yol olmuş. Yürüyenler dışında,bisiklet taksi,motorsiklet taksi,gibi toplu taşıma araçları da var. Bisikletlerin ikinci kişinin oturabileceği arka kısımlarını uzatmışlar, iki kişi oturabilir hale getirmişler. Ben bir+ üç kişi binmiş olanını gördüm. Aynı şey motorsikletlerde de var. Normalde bir kişi almak üzere planlanmış,bu işi yapacak sürücüler sarı yelek giyip,taşıyacakları yolcu içinde ayrıca bir kask bulundurmak zorundalar. Ancak yine bu seyahatte Ruanda da üç kişi,Uganda da ise beş kişi taşıyan motorsiklet taksiler gördüm.
Ruanda yazımız için tıklayınız.
Kigali yazımız için tıklayınız.
Ruanda Soykırım yazımız için tıklayınız.
Kivu Gölü yazımız için tıklayınız
Dian Fossey yazımız için tıklayınız.
3 Yorum