Upanishadlarda belki de en sık tekrarlanan sözler “Evrenin Brahman, Brahman’ın da Atman” olduğudur. Yani “Evren Tanrı, Tanrı da Sensin veya Benim”. Upanishadlarda bu iki kavram, yani Brahman ve Atman bir arada gözükür. Şandiya bu ünlü doktrini “Gerçekten bütün bu var olan herşey Brahmandır” diye açıklamaya başlar (chandogya Upa. III, 14):
“Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir ve bir pirinç veya arpa tanesi ya da hardal çekirdeği kadar küçüktür… Kalbimin derinliklerindeki bu Atman dünyadan, gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan daha büyüktür. Bütün hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır, kendi içini kapsayan herşeyi tutan odur; o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin derinliklerindeki Atman, Brahman’dır. Bu yaşamdan.ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim”.
Burada görüldüğü gibi, “aham brahmasmi” (ben Brahma’yım) öğretisi anlatılmaya çalışılmaktadır.
Chandogya Upa. (VI, 1’den) dan:
“Şvetaketu, Uddalaka Aruni’nin oğluydu. Babası ona dedi ki: ‘Şvetaketu kendini bir hocaya Veda öğrencisi olarak sunmalısın, çünkü evladım, bizim ailede Veda’yı öğrenmeden, sadece ismen Brahmin olmak yeterli değildir.’ Böylece 12 yaşında öğrenci oldu. 24 yaşında ise bütün Vedaları öğrenmişti. Kendini bilgili bir insan gibi kabul ederek gururla evine döndü. Babası ona dedi ki: ‘Sevgili Şvetaketu, kendini bilgili bir insan gibi kabul edip kibirleniyorsun; söyle bana, işitilmeden duyulan, düşünülmeden düşünülen, bilinmeden bilinen öğretiyi araştırdın mı?’ ‘Saygıdeğer kişi, bu öğreti neden bahsediyor?’ ‘Evladım, bu, var olan herşeyin aynı hamurdan yapıldığını, farkın ise sadece isimlerde olduğunu anlamaktır. Bakırdan yapılmış herşey bakırdır, fark sadece isimlerdedir. Tırnak makası gibi demirden yapılmış herşey demirdendir, fark onlara verilen isimlerdedir; işte bu böyle bir öğretidir.’ ‘Şüphesiz benim değerli hocalarım bunu bilmiyordu; eğer biliyorduysalar neden bana öğretmediler? Saygıdeğer efendim, bu öğretiyi bana açıklar mısınız?’ ‘Pekiyi evladım’ dedi baba.
Oğlum, başlangıçta varolan, ikincisi olmayan Tek Varlık’tır. Şundan emin ol, bazı kimseler der ki; Başlangıçta:Varolmayan vardı; o ikincisi olmayan Tek’ti; ondan Varolan ortaya çıktı. Fakat sevgili oğlum, bu nasıl olabildi? Nasıl oldu da Varlık Yokluk’tan doğdu? Başlangıçta var olan varlıktır ve o İkincisi olmayan Teklik’tir. (Sonra ona varlığın nasıl su ve-ısının-yardımıyla doğduğunu, daha sonra ondan nasıl yiyeceğin ortaya çıktığını anlatır. Varlığın, üç elementi içine alarak, kendi dışında maddesel dünyayı yarattığını açıklar. Uyku, açlık ve susuzluk, durumunda nasıl herşeyin geri üç elemente döndüğünü (ısı, su, yiyecek) başka deyişle ateş, su, toprağa döndüğünü, bu üç elementin dönüşlerinde sadece varlıkta dinlendiklerini anlatır. Bu varlık herşeyi içine alan Atman’dır, yani bizim ruhumuzdur. Bir kimse ölse, gerçekte olduğu şeye döner, onun dışında üretildiği varlığa karışır. Bu bilgileri Tek Varlık’la insan ruhunun bir ve aynı olduğunu açıklayan bir dizi benzetme izler). ‘Sevgili oğlum, arılar farklı farklı ağaçların özsularını tek bir yerde toplarlar. Bu birliğin içinde toplanmış olan özsular ‘ben şu ağacın özsuyuyum, ben bu ağacın demezler. O halde evladım, varlıktan gelen bütün yaratıklar da ondan geldikleri bilincini unutmuşlardır. Aslan, kaplan, kurt, domuz, solucan, kuş, sinek, sivrisinek hepsi de bu Varlık’tan gelmedir. Herşeyi var eden bu aynı kaynaktır, o gerçektir, o Atman’dır, o Sensin ey Şvetaketu’. ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’ ‘Pekala oğlum…’
‘Şuradaki incir ağacından bana bir meyve getir;’ ‘Getirdim efendim’. ‘Onu ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘İçinde ne görüyorsun?’ ‘Çok küçük tohumlar efendim’ ‘Onlardan birini ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘Ne görüyorsun?’ ‘Hiçbir şey efendim’. Bunun üzerine baba dedi ki: ‘Sevgili oğlum, görmüyor musun ki o hiç dediğin şeyden şu koca incir ağacı meydana geldi, inan bana oğlum, herşeyi meydana getiren de bu aynı şeydir; o gerçektir, o Atman’dır, o sensin ey Şvetaketu’ ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’. ‘Pekala…’
‘Şu bir parça tuzu suya koy ve yarın sabah bana gel’ O da öyle yapar. Baba ona der ki: ‘Dün gece suya koyduğun tuzu bana ver’. Oğul, elleriyle yoklar ama tuzu bulamaz zira suda erimiştir. ‘Şimdi suyun bir yerinden tat bakalım. Nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’. ‘Şimdi ortadan tat, nasıl?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi diğer taraftan tat, nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi onunla birşey ye ve bana gel’ O da öyle yapar ama yediği şey de tuzludur. Sonra baba ona der ki: ‘Doğrusu oğlum, sen de bu vücutta varlığı kavrayamazsın, oysa o oradadır. Bu herşeyi oluşturan güçtür, o gerçektir, o Atman’dır, O Sensin ey Şvetaketu!’
Kaushitaki Upa. (IV’de) ve Brhadaranyaka Upa. (II,1’de) olmak üzere iki ayrı Upa.’da bilgili ve kibirli Brahman Gargya-Balaki’nin Benares kralı Acataşatru’ya Brahma bilgisini öğretişini buluruz. Ona, güneşteki, aydaki, aydınlıktaki, havadaki, rüzgardaki, ateşteki, sudaki Purusha’.yı (kişisel ruh) açıklar. Sesteki, rüyadaki, insan bedenindeki, gözdeki Brahman’ın yansımasını anlatır. Bunlardan tatmin olmayan krala başka açıklamalarda bulunur.
Yacnavalkya ile iki karısından biri olan Maitreyi arasında şöyle bir konuşma geçer (Brhadaranyaka Upa. II, 4):
Maitreyi – Efendim, söyler misiniz, acaba üzerindeki zenginlikle birlikte bu dünya benim olsa, ölümsüzlüğe kavuşur muydum?
Yacnavalkya – Hayır! Senin yaşamın da zenginlerinki gibi olurdu. Zenginlikte ölümsüzlüğe dair bir umut yoktur.
Maitreyi – Eğer ölümsüz olamayacaksam ne yapacağım? Bu konuda, efendim bana bildiklerinizi söyleyin.
Yacnavalkya – Benim için çok değerli olan sen, kıymetli sözler söylüyorsun. Gel, otur, sana açıklayacağım, sözlerime dikkat et! (Devam eder)
Bir koca onu sevdiğin için değerli değildir: Bir koca, kendini sevdiğin için değerlidir.
Bir kadın, onu sevdiğin için değerli değildir: Bir kadın, kendini sevdiğin için değerlidir.
Oğullar, onları sevdiğin için değerli değildir: Oğullar kendini sevdiğin için değerlidir.
Tanrılar, onları sevdiğin için değerli değildir: Tanrılar sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Yaratıklar, onları sevdiğin için değerli değildir: Yaratıklar, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Aynı şekilde herşey sen onları sevdiğin için değil, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Ey Maitreyi, kendin dediğim görülür, duyulur, kavranır, gösterilir! Biz duyduğumuz, kavradığımız ve bildiğimiz zaman herşey bilinmiş olur.
Ruh göçü ve Karma kanunu ile ilgili birçok konuşma vardır. Bunlardan biri Brhad.Upa. III,2,13’den itibaren verilen konuşmadır. Burada iyi hareketlerin (Karman) sonunda iyi bir canlı, kötü hareketlerin sonunda kötü bir canlı olarak doğulacağı belirtilir. Aynı Upanishad’ın başka bir yerinde (7,2) ilginç bir söz oyunu vardır:
“Pracapati’nin oğulları olan tanrılar, insanlar ve şeytanlar babalarının yanında onun öğrencisi olarak kalırlar. Tanrılar onun yanındayken sorarlar: ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da onlara ‘da’ der ‘bunu anladınız mı?’ diye ekler. “Tanrılar”da anladık; siz bize damyata (kendinizi zaptedin) diyorsunuz’ diye yanıt verirler. Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ der. insanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da gene ‘da’ der. ‘Anladınız mı?’ insanlar ‘anladık, siz bize datta (ver) diyorsunuz’ derler. O da ‘evet, anlamışsınız’ diye doğrular. Şeytanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O gene ‘da’ der ‘anladınız rnı?’ diye ekler. Onlar da ‘anladık, siz bize dayadhvam (merhametli ol) diyorsunuz’ derler, Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ diye konuşur, işte bu yüzden kutsal sesi olan gökgürültüsü da-da-da ettiğinde bu damyata, datta, dayadhvam anlamına gelir. O nedenle o kişi kendini tutma cömertlik ve merhameti öğrenecektir.”
Upanishadlardaki öğretiye göre en yüce amaç, Brahma ile bir olmaktır. Bu da ancak bilgisizliğin yenilmesi ile olur. Bu yüce amaca ulaşmak için, iyi olsun kötü olsun, her türlü işi bırakmak gerekir. Kurban sunmak ya da çilecilik yapmak, ancak insanın yeniden doğmasına yarar. Bilgi ise insanı bu karışıklıktan kurtararak Bir ve Gerçek Olan’a götürür. Krallar Atman ve Brahman bilgisini öğretmeleri için Brahmanlara müthiş ölçülerde hediyeler verirler; Brahmanlar da onlara karşı oldukça ölçülü davranırlardı. Zenginler de dilencilere karşı öyle olurdu. Bu bilgiye kavuşmanın yolları böyleydi; buna en iyi örnek Naçiketas öyküsüdür ki bu Katha Upa. (I,20-29) da anlatılır. Buna göre genç Naçiketas cehenneme düşer ve orada ölüm Tanrısı ondan üç dilekte bulunmasını ister. O da ilk olarak sağ sağlim babasına dönmeyi diler. Sonra cennet mutluluğunu ister. Üçüncü isteği ise bir sorunun yanıtlanmasıdır: “Bir kimse ölünce bazıları var olduğunu, bazıları yok olduğunu söyler. O kişiye ne olur?” Yama, öldükten sonra insana ne olacağı sorusunu tanrıların bile yanıtlayamadığını söyleyerek, bu isteğinden vazgeçmesini rica eder. Fakat Naçiketas ısrar eder. Yama da ona zevkleri bırakıp bilgiyi seçmesini öğütler; Atman doktrinini açıklar.
Maitrayana Upa, (I,2-4) daki bir anlatım Buddhist anlatım ve öğretim tekniğini andırır. Bu Upanishad zaten dil ve üslup bakımından Veda döneminden çok Klasik Sanskrit dönemine ve Buddhizm sonrasına
Yakındır. Upanishadlarda Brahma tek gerçektir. Bu gerçeği bilene korku ulaşamaz. Sonraki Hint edebiyatında görülen karamsarlık (pessimizm) kaynağını Upanishadlardan alır.
Alman filozofu Schopenhauer, Upanishadları “insan düşüncesinin en yüksek ürünleri ve bilgeliği” olarak niteler ve bunların “hemen hemen süper-insan kavramları” olduğunu ve “yaratıcılarının Tam insan olarak görülmesi gerektiğini” vurgular.
Upanishadlardaki mistik öğretiler, İran .Sufizmini, Neo-platoncuların mistik teozofik logos doktrinlerini, Hristiyan mistikleri Eckhart ve Tauler’i ve nihayet 19.yüzyıl Alman mistik düşünürü Arthur Schopenhauer’i derinden etkilemiştir. Bu düşünür; hocalarını sayarken Plato ve Kant’la birlikte Vedaları (burada Upanishadlar kastediliyor) sayar. Schopenhauer Sanskrit edebiyatının keşfinin “yüzyılın en büyük hediyesi” olduğunu söylemektedir. Upanishadlar için der ki: “Dünyada var olabilecek en doyurucu ve en yükseltici eser; yaşamımın tesellisi oydu, ölümümün de tesellisi o olacaktır.”
Bir Yorum