İNANÇLARRİTÜELLERYAŞAM

HİNDUİZM’DE CENAZE TÖRENLERİ (ANTYEŞTİ SAMSKARA)

Geçiş Törenleri-Samskara

Hinduizm’de doğum, evlilik ve ölüm gibi insan hayatının değişik safha-larında icra edilen geçiş törenleri (samskara) önemli bir yer tutar. Geçiş törenlerinin temel amacı bireylere yeni rollerindeki görev ve sorumlu-luklarını hatırlatmak ve onları Hindu toplumunun bilinçli ve donanımlı birer ferdi haline getirmektir. Dini düşüncelerin yanı sıra geleneksel ve bölgesel unsurlardan da beslenmiş olan bu törenler dini, ahlaki ve toplumsal değerlerin bireylere aşılanmasında önemli rol oynar. Dolayısıyla geçiş törenleri, insanları büyüleyen görkemli kutlamalar olmasının yanında bireyleri maddi ve manevi açıdan olgunluğa ulaştıran deruni anlamlar da ihtiva eder.

Hindu kutsal metinlerinde geçiş törenlerinin sayısı ve isimleri konusunda farklı bilgiler yer almasına rağmen Hinduizm’de genel olarak on altı geçiş töreni ön plana çıkar.

Bunlardan bir kısmı dini ve sosyo-kültürel sahada vuku bulan gelişmelere bağlı olarak tarihi süreç içerisinde önemini kaybetmiş ve uygulanabilir-liğini yitirmiştir. Geçiş törenlerinin sonuncusu olan ve dört bin yıldır de-vam eden cenaze törenleri ise bir takım değişimlere maruz kalmakla birlikte Hindu dini geleneğindeki yerini ve önemini büyük ölçüde korumuştur. Bu durum Hinduların cenaze törenlerine atfettikleri önemle ilgilidir. Nitekim Hindu inancına göre ölen kişinin ölüm ötesi hayatını değerli kılacak ve orada mutlu bir yaşama kavuşmasını temin edecek temel hususlar-dan biri kendisi için düzenlenecek uygun bir cenaze törenidir.

1. Cenaze Törenleri (Antyeşti Samskara)

Sanskrit dilinde “son, yüce, nihai” anlamına gelen “antya” ile “kurban, sunu, adak” anlamındaki “işti” sözcüklerinin birleşiminden oluşan “antyeşti”, kelime olarak “son kurban, Tanrı’ya sunulan son adak, son dini tören” anlamlarına gelir. Dini terim olarak ise Hinduizm’deki  geçiş  törenlerinin  sonuncusu  olan  “cenaze  törenlerini”  ifade  eder.

Hindulara göre birey, yaşamı boyunca farklı dönemlerde icra ettiği çeşitli ritüeller ile dünyevi hayatını kutsamış olur. Ölüm ötesi hayatını değerli kılacak olan ise ölümünden sonra kendisi için düzenlenecek uygun bir cenaze törenidir. Kutsal metinde yer alan “İyi bilinmelidir ki, doğumdan ölüm anına kadar uygulanan geçiş törenleriyle bu dünya hayatı kazanılır; ölümden  sonra  icra  edilen  geçiş  töreniyle de  cennet/mutluluk elde  edilir.”ifadesi bu duruma işaret eder. Bu nedenle Hindular cenaze törenlerinin kurallarına uygun olarak icra edilmesine özen göstermişlerdir.

Hinduların gerek kendilerini ölüme hazırlama gerekse ölüm sonrası hayatlarını tanzim etme istekleri, cenaze törenlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ölen kimsenin geride kalanlara zarar verebileceği inancı da bu törenlerin ortaya çıkmasına etki eden bir diğer husustur. Nitekim ölen kimsenin aile fertleri ve akrabaları, cenazenin kendileri ile temas kurmasından korunmak için çeşitli uygulamalar geliştirmişlerdir. Örneğin, ölüm döşeğindeki kişi ile veda konuşması yaparak onu teskin etmişlerdir.

Benzer şekilde ölen kişinin ruhunun rahat bir yolculuk yapması ve bir an önce “Yama”nın yurduna ulaşması için çeşitli sunular takdim etmişlerdir. Bu törenler yapılmadığı takdirde onun “Yama”nın yurdunda uygun bir yer bulamayacağına ve bir “preta”  olarak geride kalanları sürekli rahatsız edeceğine inanmışlardır. Dolayısıyla Hindu cenaze törenleri dini inançlar, geleneksel ve kültürel faktörler gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak şekillenmiştir.

Hinduların cenaze merasimlerine ilişkin bilgiler içeren elimizdeki en erken kaynak Vedalar’dır. Buradaki bazı ifadelerden cenazelerin toprağın altına gömülmesinin veya bir zemin üzerine bırakılmasının muhtemelen en eski yöntem olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra daha basit bir yöntem olduğundan cesetlerin zaman zaman nehre atıldığına işaret eden ifadelere de rastlanır. Hartland’a göre, ölen kişinin geride kalanlara zarar vermemesi için böyle bir yöntem takip edilmiştir. Nitekim o dönemde su, Hindular tarafından kötü ruhları engelleyen bir bariyer olarak görülmüştür. Hartland böyle bir görüş öne sürse de Hindular daha çok yakını bulun-mayan kimselerin vefatları durumunda suya bırakma yöntemini pratik bir çözüm olarak uygulamışlardır ve böylece akrabaları tarafından icra edilmesi gereken teferruatlı bir cenaze merasimine gerek duymamışlardır. Vedalar’da cenazelerin yakıldığından da bahsedilmektedir. Kronolojik açıdan toprağa gömme uygulaması daha eski  olsa  da  bu  uygulama ortadan kalkmış ve  yerini cenaze yakma törenlerine bırakmıştır.

2. Cenaze Yakma Törenleri

Cenaze yakma törenleri, Hinduizm’in en belirgin özelliklerinden biridir. Bu uygulamanın asırlardır varlığını sürdürmesinde ve Hindular tarafından geniş ölçüde kabul görmesinde inanç başta olmak üzere bir takım geleneksel ve kültürel unsurlar etkili olmuştur. Hinduizm’in erken dönemlerinde ateş (Agni), tanrıların yeryüzündeki elçisi olarak görülmüş ve  törenlerde takdim edilen sunular ateş  vasıtasıyla tanrılara ulaştırılmıştır. Diğer sunular gibi insanın da öldükten sonra ateş tarafından tanrılara iletileceğine inanılmıştır. Bu yüzden ölen kimselerin cesetleri yakılmıştır.

Hinduizm’in erken dönemlerinde yeryüzündeki kötücül ruhların, toprağın altına gömülmüş kötü karakterli kimselerden kaynaklandığına inanılmıştır. Bu inanç, cenaze yakma  törenlerinin  yaygınlık  kazanmasında  etkili  olan  bir  diğer  faktördür.  Hindular, kötücül  varlıkların  şerrinden  korunmak  ve  dünyadaki  sayılarını  azaltmak  amacıyla cenazeleri yakarak ortadan kaldırmayı tercih etmişlerdir.

Onlar ölen kimsenin ruhunun refaha  ermesi  için  de  cenaze  yakma  törenlerini  gerekli  görmüşlerdir.  Bu  bağlamda Hindular ölü yakma törenlerini, “ruhu bedenin esaretinden kurtaran ve bu şekilde onun cennete yükselmesini sağlayan dini uygulamalar” (aurdhvadaihika kriya) şeklinde adlandırmışlardır.  Cenaze  yakma  töreni  yapılmadığı  takdirde  bedenden  ayrılan  ruhun çeşitli sıkıntılar çekeceğine ve gideceği mekâna çok geç ulaşacağına inanmışlardır. Tarihi süreç içerisinde toprağa gömme uygulamasının terk edilerek cenaze yakma geleneğinin yaygınlık kazanmasıyla ilgili bu tür bazı izahlar getirilse de Hinduizm’de böyle bir dönüşümün neden yaşandığını bütün yönleriyle tespit edebilmek güçtür.

2.1. Cenaze Yakma İşleminden Önce Yapılan Uygulamalar

Cenaze yakma işleminden önce yapılması geren ritüeller, kutsal metin-lerindeki bilgiler ve geleneksel uygulamalar çerçevesinde şekillenmiştir. Hindular için bunlar cenaze yakma töreninin başarıyla gerçekleşmesi için gereken ön hazırlıklardır. Buna göre ölüm döşeğinde olan kişi akrabalarını ve arkadaşlarını yanına çağırarak onlardan helallik ister. Onlara çeşitli tavsiyelerde bulunur ve varsa vasiyetlerini bildirir. Ölüm sonrası hayatında daha mutlu bir yaşama kavuşmak ümidiyle Brahminlere çeşitli hediyeler sunar ve gücünün yettiği  kadarıyla ihtiyaç  sahiplerine yardımda bulunur.  Hindulara göre  bu  esnada  din adamlarına sunulabilecek en değerli hediye bir inektir. Onlar, Brahminlerin sahip oldukları gizemli güçleri sayesinde ölen kişilerin mutluluk diyarına ulaşmalarına yardımcı olduklarına inanırlar.

Ölüm anı yaklaşan kişinin yanı başında kutsal metinlerden bazı pasajlar okunur.

Bu görevi ölüm anı yaklaşan kişinin yetiştirdiği talebesi yapmalıdır. Atharvaveda’da bu okumaların ölüm döşeğindeki kişiyi tekrar hayata döndürmek için yapıldığı belirtilir ve bu başarılamadığı takdirde cenaze yakma merasiminin artık başladığı ifade edilir.Buna göre ölen kişi başı güneye gelecek şekilde temiz bir yere yatırılır. Ardından cenazenin sağ eline dokunularak yakında bulunan bir ateşe tereyağı, süt gibi çeşitli sunular takdim edilir. Ölüm gerçekleştikten hemen sonra çeşitli ilahiler eşliğinde yapılan bu uygulama aslında “homa” ritüelinin  devamı  niteliğindedir.  Ölüm  gerçekleştikten  hemen  sonra  cenazenin  yanı başında bulunanlar tarafından icra edilen “homa”, erken dönemde cenaze merasimlerinin önemli bir parçası görülmüşken Hinduizm’de kurban merkezli din anlayışının zayıflamasıyla birlikte, geleneğe bağlı bazı Hindu aileleri dışında, önemini kaybetmiştir.

Bunun yerini başka uygulamalar almıştır. Tulasi yaprağını kullanarak ölen kimsenin ağzına birkaç damla su verme, bunlardan en yaygın olanıdır. Farklı bir uygulama da Bengal bölgesinde ortaya çıkmıştır. Buna göre ölüm gerçekleştikten hemen sonra cenaze bir ırmak kenarına götürülmekte ve cenazenin belden aşağı kısmı suya batırılmaktadır. Erken dönem Hindu kutsal metinlerinde böyle bir uygulamaya dair açık ifadelerin bulunmayışı, bunun muhtemelen daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığını ve bazı bölgelere özgü olduğunu göstermektedir.

Ölümden hemen sonra icra edilen ve bölgesel ve kültürel özelliklere göre değişkenlik gösteren bu uygulamaların ardından cenaze yakılacak alana götürülmek üzere hazırlanır. Bunun için cenaze önce yıkanır. Daha sonra cenazenin ayak başparmakları birbirine bağlanır ve ona ölüm ötesi hayata geçişini sembolize eden yeni elbiseler giydirilir. Üzerine sade bir bez parçası örtülür ve bununla bedeni sarılır. Bu işlem tamamlandıktan sonra daha önceden hazırlanmış bir sedye getirilir ve cenaze, başı güneye gelecek şekilde sırt üstü buraya yatırılır.

Sedyeye konulan cenaze yakılmak üzere belirlenen alana götürülür. Erken dönemlerde cenaze,  öküz  veya  atın  çektiği  bir  yük  arabasına konularak taşınmıştır.

Metinlerde yer alan “Erdemli kimselerin uğrak yeri olan Yama’nın bölgesine yol alırken seni taşıması için bu iki öküzü koşuyorum” ifadesi bu duruma işaret eder. Daha sonraki dönemlerde ise kan bağı olan akrabalar, cenazeyi yakılacak alana taşıma görevini üstlenmişlerdir. Destanlar döneminde ve sonrasında taşıma esnasında cenazeye kendi kastı dışında herhangi birinin dokunması hoş karşılanmamıştır. Böyle bir temas gerçekleştiğinde cenazenin kirlendiğine ve ancak bir takım kefaret uygulamaları ile bu kirlilikten kurtulabileceğine inanılmıştır. Kutsal metinde yer alan “Brahmin öldüğünde yanında kendi sınıfından biri varken cenaze işlemlerinin bir Sudra tarafından yerine getirilmesine  izin  verme.  Çünkü  hizmetinde  bulunan  düşük   kasttan  birisinin  ona dokunması kirlenmesine neden olur. Bu durum ise ölen kimsenin cennete ulaşmasına mani olur.” ifadesi ile bu düşünce ortaya konmuştur.

Cenaze yakma merasimine kimlerin katılması gerektiği konusunda farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bazı metinlerde iki yaşından büyük akrabaların cenaze alayına katılması gerektiği belirtilse de Hindular bu hususa çok fazla riayet etmemişlerdir. Erken dönemlerde erkeklerin yanı sıra kadınlar da üzüntülerinin bir göstergesi olarak saçı başı dağınık şekilde cenaze alayına eşlik etmişlerdir. Fakat bu uygulama daha sonraki süreçte terk edilmiş ve kadınların cenaze yakma alanına gitmeleri uygun görülmemiştir.

Cenazeyi yakılacak alana götüren kalabalık belirli bir düzen içinde hareket eder. Buna göre en önde ağıt tutanlar, onların arkasında cenazeyi taşıyanlar ve en sonda da diğer katılımcılar yer alır. Taşıma esnasında ağıt tutan grubun başını çeken kişi, genellikle ölen kimsenin en büyük oğlu olur ve eline bir ateş alarak cenaze alayının önüne geçer.

O, ölen kişiye hitaben, “Nereye gideceklerini iyi bilen bu hayvanlar, seni ateşe taşıyorlar. O ateş ki, Agni, senin ne ile karşılaşacağını bilir. Seni, ölmüş atalarının ruhlarının bulunduğu yere (pitr) nakleder” anlamına gelen bazı ilahiler okur. Diğerleri de onun söylediklerini tekrar eder. Erken dönemlerde okunan bu tür ilahiler ve cenaze taşıma esnasında uygulanan diğer pek çok ritüel, daha sonraki süreçte unutulmuş ve terk edilmiştir. Nitekim günümüzde cenaze taşınırken genellikle ölen kimsenin bağlı bulunduğu mezhepte öne çıkan Hari, Rama, Rudra gibi tanrı isimleri zikredilir. Benzer şekilde “Rama’nın/Tanrı’nın adı gerçektir” anlamına gelen “Ram Nam Sathya He” gibi dizeler sürekli tekrar edilir. Cenaze yakılmak üzere ırmak kenarına veya özel olarak tayin edilmiş belirli bir alana getirilir ve burada odun yığınının üzerine yatırılır.

Hinduizm’in erken dönemlerinde cenaze yakılacak alana getirildikten sonra bir takım ritüeller icra edilmiştir. Örneğin ölen kimsenin bağlı olduğu kastına göre Brahmin ise avucuna bir parça altın, Kşatriya ise bir yay,  Vaisya  ise  değerli  bir  taş  konulmuştur.   “Hayvan  sunma”  (anustarani/racagavi) olarak adlandırılan bir diğer ritüelde ise bir inek veya keçi, “Ey bu yerlerin koruyucusu olan  Tanrı’mız,  bu  senin  için  bir  kurbandır”  şeklinde  ilahiler  söylenerek  cenazenin yakılacağı alana getirilmiş daha sonra da   “Ölen kişinin günahlarını temizlemek ve acizlikten kurtulmak için seni kurban ediyoruz” denilerek cenazeyle birlikte yakılmıştır.

Cenaze merasimi ile ilgili bilgi veren metinlerde bu ritüel esnasında kaza veya aksaklık gibi bazı durumların vuku bulması halinde kurban edilecek hayvanın serbest bırakılması gerektiği bildirilmiştir. Böyle bir durum ortaya çıktığında hayvan, odun yığınının etrafında üç kez dolaştırılmış ve daha sonra ayini yöneten kişinin şu dizeleri söylemesinin ardından serbest bırakılmıştır: “Bu hayvan mutluluğumuzun kaynağıdır. O yüzden bütün bilge kimselere yemin olsun ki, bu masum ve kutsal hayvanı öldürmeyin. Su içmesi ve ot yemesi için  onu  bırakın.  Om,  ben  onu  serbest  bırakıyorum”.  Hayvan  sunma  ritüeli  zaman içerisinde önemini yitirmiş ve terk edilmiştir. Bunun yerine Brahmine inek hediye etme geleneği yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde de mevcut olan bu uygulama bazen hasta ölüm döşeğindeyken bazen de cenazenin yakılacağı yerde icra edilmiştir.

Hinduizm’in erken dönemlerine ait bir diğer ritüelde ise ölen kişinin karısı odun yığınının üzerine çıkartılarak kocasının yanına yatırılmıştır. Bu esnada kutsal metinlerden “Ey  bu  dünyadan ayrılan kişi!  Eşin,  cansız bedeninin yanına uzanarak öbür  dünyada seninle birlikte olmak istiyor. O, inançlı ve sadık bir eş olarak üzerine düşen bütün vazifeleri yerine getirmiştir. Bu dünyada sana bağlı kalması ve yaşamaya devam etmesi için ona müsaade et. Varislerine de hak ettikleri mirası bağışla”  seklinde bazı ifadeler okunmuştur. Bu sözlerin ardından ölen kişinin kardeşi, öğrencisi veya hizmetçisi odun yığının üzerine çıkmış ve kadına hitaben “Cenazenin yanına uzanmış kadın, artık kalk! Kocandan ayrıl ve yaşadığımız şu dünyaya geri dön. Seninle evlenmek isteyecek kimsenin karısı ol” diyerek onu aşağıya indirmiştir.

Sutralar dönemi sonrasına kadar yaygın olan bu uygulama, “sati” adı verilen dul kadının kendini kocasının cenaze ateşine atarak hayatına son vermesi geleneğini çağrıştırır.

Cenaze merasimleriyle ilgili bilgi veren erken döneme ait metinlerdeki uygulanış biçimleri göz önünde bulundurulduğunda kocasının yanına yatırılan dul kadının yakılmadığı, bir takım ritüellerin ardından serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum “sati” geleneğinin özellikle Sutralar dönemi sonrasında geliştiğini gösterir. Dolayısıyla dul kadının bir takım ritüellerin ardından serbest bırakılması veya ateşe atılarak yakılması, Hindistan’ın farklı bölgelerinde aynı zaman diliminde uygulanan gelenekler olmuştur. Fakat zaman içerisinde evvelki uygulama zayıflayarak “sati” geleneği yaygınlık kazanmıştır. Neticede dinsel ve geleneksel inançlar başta olmak üzere bölgesel şartlar ve ırksal farklılıklar, dul kadının akıbeti konusunda Hindular arasında farklı uygulamaların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Cenaze yakma işlemi öncesi icra edilen bu tür ritüeller tamamlandıktan sonra cenazenin ayak başparmaklarını birbirine bağlayan ip çözülür ve yüzü zarar görmemesi için örtülür. Ardından ölen kimsenin en büyük oğlu, abisi veya orada bulunan yetkili biri tarafından odun yığını bir ateş parçalısıyla tutuşturulur ve böylece cenaze yakma işlemi başlar.  Cenaze yanarken törene katılanlar tarafından “Ey Agni, bu bedene acı verme, onun  derisini  ve  uzuvlarını  sağa  sola  dağıtma!  Ey  Cataveda!   Onun  ruhunu,  cesettamamıyla yandıktan sonra gideceği mekâna ilet.”  şeklinde dualar okunur. Hindularagöre ceset, kutsal ateşe sunulan bir adaktır. Kutsal ateş de kendisine sunulan bu kimseyi cennete ulaştırır. Cenaze yakma töreni esnasında yakınlarının çok fazla yas tutmaları, aşırı tepki vermeleri veya yüksek sesle ağıt yakmaları hoş karşılanmaz. Kutsal metindeki anlatımlara bağlı olarak çok  gözyaşı dökmenin ölen  kimseye acı  verdiği düşünülür.

Erken dönemlerde cenaze yakma törenine iştirak edenler, yakma işlemi başladığı andan itibaren ölen kişinin ruhunun hangi mekâna ne kadar sürede ulaşacağını tartışmışlardır.

Günümüzde ise bu konu üzerinde çok fazla durulmaz ve sessiz bir şekilde cenaze yakma merasiminin bitmesi beklenir.

2.2. Cenaze Yakma İşleminden Sonra Yapılan Uygulamalar

Cenaze yakma işlemi tamamlandıktan sonra törene katılanlar cenaze ateşinin sebep olduğu maddi ve manevi kirlilikten kendilerini temizlemek için en yakın akarsuda banyo yaparlar. Saçları başları dağınık halde sade elbiseleriyle suya girerler ve çıkınca da kıyafetlerini yenileriyle değiştirirler. Suda yıkanırken güneye dönerler. Ellerini birleştirip avuçlarına su doldururlar. Daha sonra ölen kimsenin adını zikrederek avuçlarındaki suyu yavaş yavaş boşaltırlar. Bu şekilde onu yâd etmiş olurlar. Cenaze yakıldıktan sonra yapılan bu ritüele, “cenazeye su takdim etme” (udakakarma) adı verilir.

Banyo yaparak temizlenen cenaze yakınları, cenaze evine hemen dönmeyip uygun bir yerde bir müddet dinlenirler. Bu dinlenme esnasında din konusunda bilgi sahibi olanlar, kutsal metinlerden özellikle Destanlar’dan ve Puranalar’dan hikâyeler anlatarak yas tutanları teselli ederler. Aynı zamanda ölen kimseyi güzel ve övücü sözlerle anarlar. Güneş battıktan sonra da önde gençler, arkada da yaşlılar olmak üzere cenaze evinin bulunduğu mahalleye veya köye dönerler. Cenaze evinin kapısından içeri adım atmadan önce hem temizlenme hem de ölen kimse ile ilişkiyi kesme maksadıyla su, ateş, tezek, tahıl ve yağ gibi bazı nesnelere dokunurlar ve bunun ardından eve girerler.  Hindular bu uygulama esnasında kullanılan nesnelerin, ölen kimsenin ruhunun kendilerine vereceği zararı ve rahatsızlığı önleyeceğine inanırlar.

Hindu inancına göre bir kimse öldüğünde aile fertleri manevi olarak kirlenir. Bu yüzden cenaze yakınları, eve döndükten sonra cenazeden kaynaklanan manevi kirlilik sona erinceye kadar belli kurallara riayet etmelidirler. Bu durum “aşaucha” olarak adlandırılır. Eğlenceyi ve rahatlığı terk ederek acı ve üzüntü duyduklarını göstermeleri, rahat yatakları bırakıp yerde yatmaları, kendilerine ikram edilen yiyecekler ile yaşamlarını idame ettirmeleri, saç ve sakal kesmemeleri, kendi başlarına Veda metinleri okumamaları/çalışmamaları; cenaze yakınlarının belli bir müddet uyması gereken kurallardan bazılarıdır.  Bu kurallara riayet, ölen kimsenin akrabaları üzerinde bıraktığı manevi kirlilik sona erinceye kadar devam eder. Bunun suresi ise ölen kişinin dini yaşantısına, dâhil olduğu kast sınıfına, yaşına ve cinsiyetine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Örneğin, hayatı boyunca kendini Veda çalışmasına vermiş bir Brahminin ölümünden sonra ailesi üzerinde oluşan manevi kirliliğin bir gün sonra sona ereceği belirtilir. Benzer şekilde Grihyayasutralar’a göre iki yaşından küçük bir çocuk vefat ettiğinde sadece ebeveyni bir gün süre ile bir takım şeyleri yapmamalıdır. Diğer yakınları ve akrabaları için böyle bir kural gerekli değildir.Manusmriti’ye göre ise bir çocuk isim koyma töreni (namakarana) icra dilmeden önce vefat etmişse “aşaucha” uygulamasına gerek yoktur. Günümüzde de geçerli olan genel kanaate göre ölen kişi Brahmin kastına mensup ise yaklaşık olarak on gün, Kşatriya sınıfından ise on beş gün, Sudra sınıfından ise bir ay bu kurallara riayet edilmesi gerekir.

Cenaze yakma işlemi sonrası küllerin ve diğer kalıntıların toplanması (asthi sanchayana), dikkat çeken bir diğer ritüeldir. Bu uygulamada ölen kişinin külleri bir kapta toplanır ve belli bir süre geçtikten sonra uygun bir yere gömülür veya bırakılır. Bu ritüel, Hinduizm’in erken dönemlerinde çok önemli görülmüş ve ayrıntılı bir şekilde icra edilmişken özellikle Sutralar döneminden sonra büyük ölçüde değişme uğramıştır. Erken döneme ait kaynaklardaki bilgilere göre cenaze yakıldıktan sonraki üçüncü, beşinci veya yedinci günde ölen kişinin kemik ve külleri bir kapta veya deri parçasında toplanmış, ardından uygun bir yerde toprağa gömülmüştür. Bu uygulama ölen kişinin hızlı bir şekilde yeni bir beden alması ve bir sonraki hayatında daha güzel bir mekâna ulaşması için bedenine    ait    bütün    parçaların    öteki    dünyaya    iletilmesi    gerektiği    inancından kaynak-lanmıştır.    Nitekim  küllerin  toplanması  esnasında  okunması  tavsiye edilen,“Yükselmen ve yeni bir biçim alman için kalıntılarını topluyo-rum. Arkanda bedenine ait hiçbir şey bırakma… Kutsal bir mekânda tanrıların sevdiği kimse ol.” şeklindeki dua bu inancı yansıtır. Hinduizm’in erken dönemlerinde bazı kimselerin külleri toprağa gömüldükten sonra gömülen yer belli olması için tepe şeklinde bir miktar yükseltilmiştir. “Cenazeye ait küllerin gömüldüğü mekân, yükseltilmiş yer, mezar” (şmaşana) adı verilen bu uygulama özellikle toplumda öne çıkan din adamlarının vefatları durumunda, onların onurunu koruma amacıyla icra edilmiştir.

Ölen kişinin kalıntılarını toplama şekli ve bunları belirli bir yere gömme/bırakma uygulaması zaman içerisinde değişime uğramıştır. Özellikle ortaçağ döneminden itibaren su ve nehirlere atfedilen önemin artmasıyla birlikte cenaze yakma törenleri daha çok ırmak kenarlarında icra edilmiştir. Kemik ve küller, belli bir sürenin geçmesine gerek duyulmaksızın cenaze yakıldıktan hemen sonra toplanmıştır. Bunlar genellikle topraktan yapılmış  küçük  bir  kaba  konularak  suya  atılmış  veya  ıssız  bir  yere  bırakılmıştır.

Günümüzde ise kalıntıların cenazenin yakıldığı gün toplanması ve Ganj veya diğer kutsal nehirlere atılması, ölen kimse adına önemli bir ritüel olarak görülür. “Külleri Ganj nehrinin üzerinde yüzen erdemli kimse Brahmaloka’dan (Tanrı’nın bulunduğu mekân) çıkmayacak ve ölümlüler dünyasına geri gelmeyecektir. İnsanlar tarafından külleri Ganj nehrine atılan kimse, binlerce yuga cennette yaşayacaktır” ifadesi, Hindular arasında yaygın olan bu inancı ortaya koymaktadır. Dolayısıyla cenaze yakma merasiminin diğer aşamalarında olduğu gibi küllerin toplanıp gömülmesi uygulamasında da tarihi süreç içerisinde eski adet ve uygulamalar kısmen değişmiştir. Bunda ise Hinduların gerek din algısında gerekse toplum yapısında meydana gelen değişimlerin etkisi olmuştur.

Cenaze yakma töreni sonrasında hem geride kalan kimseleri teskin etmek hem de ölen kişi adına iyi dileklerde bulunmak amacıyla bir başka ritüel (şanti karma) icra edilir. Bunun için ölen kişinin yakın akrabaları genellikle cenaze yakıldıktan sonraki onuncu günde belirlenen bir yerde toplanırlar. Burada bir ateş yakarlar ve yere serdikleri boğa derisi üzerine otururlar. Ayini yöneten kişi, kutsal metinden ilahiler okuyarak ateşe çeşitli sunular takdim eder. Diğer katılımcılar ise bu ilahilere eşlik ederek hem ölen kimsenin kurtuluşa ermesi hem de kendi refah ve mutlulukları için dua ederler. Ritüel bu şekilde tamamlandıktan sonra tören alanından ayrılan son kişi taş veya sopa kullanarak arkasına bir çizgi çizer. Ritüele iştirak edenler bu çizgiyi, kendileri ile ölüm arasına örülen manevi bir duvar olarak telakki ederler ve bu şekilde ölümden uzaklaşmış olduklarına inanırlar. Aynı zamanda ölen kimsenin kendilerine vereceği zararlardan ve kötü varlıkların şerrinden korunmak  için  de  böyle  bir  uygulama  yaparlar. Bu  uygulamanın  ardından  cenaze yakınları evlerine dönerek temizlenirler ve günlük yaşamlarına kaldıkları yerden devam ederler.

Hinduların cenaze yakma töreni sonrasında uyguladıkları ritüellerin son halkasını ölen kimse için takdim edilen sunular oluşturur. Hindulara göre ölen kimsenin ruhunun, atalar yurduna (pitr) ulaşması zaman alır. Ruh, bir müddet onlardan ayrı kalır. Bu inançtan dolayı cenaze yakınları, ölen kişinin ruhunun atalar yurduna girişini kolaylaştırmak ve onlardan ayrı kaldığı süre zarfında rahat etmesini sağlamak amacıyla onun adına çeşitli sunular takdim ederler. Pirinç unu, arpa, süt ve tereyağı karışımından yapılan misket büyüklüğündeki hamurlar (pinda), bu tür sunuların başında gelir. Bu ritüel için Brahminler, genellikle cenazenin yakıldığı yerde toplanarak bir halka oluştururlar. Halkaya cenaze yakınlarından katılanlar da olur. Din adamları tarafından kutsal metinlerden çeşitli ilahiler okunarak küçük hamurlar hazırlanır. Hazırlanan sunular çeşitli dualar eşliğinde elden ele dolaştırılarak ölen kişi adına su ile birlikte takdim edilir. Bu sayede ölen kişinin günahlarının temizlendiğine ve bir sonraki hayatında rahata erdiğine inanılır. Bu yüzden bu ritüelin bir an önce yapılması önemli görülür.

Hindistan’ın bazı bölgelerinde ölen kişinin ruhunun atalar yurduna bir an önce ulaşmasını  sağlamak  için  farklı  uygulamaların yapıldığı  da  vakıadır.  “Boğayı  serbest bırakma” (vrşotsarga) şeklinde tarif edilebilecek uygulama bunlardan öne çıkanıdır. Buna göre bir boğa temizlenip süslendikten sonra bir takım ritüeller eşliğinde ölen kimse adına serbest bırakılır. Bu uygulamanın ardından Brahminlere çeşitli hediyeler takdim edilir ve ziyafet verilir. Hindular, bu ritüel esnasında Brahminlere takdim edilen hediyelerin din adamları vasıtasıyla ölen kişiye iletildiğine ve bu sayede onun öbür dünyada rahat ettiğine inanırlar. Hindular, ölen kişinin atalar yurduna bir yıl içinde ulaştığını düşündüklerinden Brahminler  için  hazırladıkları  yiyeceklerin  bir  yıl  yetecek  kadar  bol  olmasına  özen gösterirler.

3. Cenaze Törenleriyle İlgili Özel Durumlar

Hindu dini geleneğinde cenazeler çoğu zaman yakılarak ortadan kaldırılmıştır. Ancak ölen kişinin yaşına, yaşantısına ve ölüm şekline bağlı olarak zaman zaman farklı uygulamalar da olmuştur. Atharvaveda’da yer alan “Ey Agni! Yakılan, gömülen, ıssız bir yerde kalan ve ortalıkta bırakılan bütün ölmüşleri al” ifadesi bu duruma işaret eder. Burada söz konusu edilen zümrelerin kimleri kapsadığı net olarak ortaya konulmamış olsa da gerek diğer kutsal metinler gerekse devam ede gelen mevcut uygulamalar neticesinde bu hususla alakalı bir takım çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Buna göre “gömülen” ifadesinin çocuklar ve zahitler, “ıssız bir yerde kalan” ifadesinin Tanrı’ya ulaşmak arzusuyla ormana çekilen dilenciler, “ortalıkta bırakılan” ifadesinin ise öldükten sonra cenaze yakma merasimini icra edecek akrabaları olmayan kimsesizler için kullanıldığı ileri sürülebilir. Neticede Hindular, ölen her bireyin cenazesini yakmadıkları gibi ölen kişinin durumuna bağlı olarak cenaze yakma törenlerini de zaman zaman farklı şekillerde icra etmişlerdir. Bu özel durumların kimleri kapsadığı ve böyle hadiselerin vuku bulduğu anda uygulanması gereken ritüellerin neler olduğu meselesi ise milattan önce dördüncü asırdan itibaren sistematik bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır.

Hinduizm’de cenaze törenleriyle ilgili dikkat çeken özel uygulamaların başında çocukların durumu gelir. Hindulara göre çocuk yaşta ölenler masum ve temizdirler. Onlar yetişkinler gibi dünyevi işlerle kirlenmemişler ve hırs, öfke, şehvet gibi nefsani duygulara yenik düşmemişlerdir. Onların taze ve hassas bedenleri ateşin kızgın alevlerine maruz kalmamalıdır. Çocuklar saf bir hayat yaşadıkları için öldüklerinde ne temizlenmeye ihtiyaç duyarlar ne de aile üzerinde manevi bir kirliliğe sebep olurlar. Diğer taraftan onlar hayatta kalmak için maddi besinlere yetişkinler kadar gereksinim duymamışlardır. Gelecek yaşamlarında da buna ihtiyaçları olmayacaktır. Bu yüzden cenaze merasimlerinde kendilerine ulaşması için bir takım sunular takdim etmeye de gerek yoktur. Çocuklara dair bütün bu kanaat ve inanışlar, onlar için farklı bir cenaze merasimi yapılması sonucunu doğurmuştur.

Hindu  kutsal  metinlerinde  bu  kategoriye  dâhil  olacak  çocukların  özellikleri hakkında  farklı  değerlendirmelerin  yapıldığı  görülür.  Ancak  genel  olarak  öğrencilik hayatına kabul töreni yapılmadan önce vefat eden erkek çocukların, henüz evlenmeden ölen kız çocukların ve ölü doğan çocukların cenazelerinin gömülmesi gerektiği belirtilir. Bunların cenaze merasimini icra eden yakınlarının ise üzerlerindeki elbiseleri ile banyo yaptıktan sonra temizlenmiş olacakları ifade edilir.  Manusmriti’ye göre iki yaşını tamamlamadan ölen çocuğun cenazesi, akrabaları tarafından güzel elbiselerle süslenerek uzak bir yere götürülmeli ve orada açık alanda bırakılmalı veya toprağa gömülmelidir. Böyle bir durumda cenaze yakılmamalı, kemikleri veya külleri toplanmamalı ve adak olarak suya bırakılmamalıdır. Günümüzdeki mevcut uygulamada ise çocuk yaşta ölenler Hindistan’ın sadece belli bölgelerinde gömülmektedirler. Pek çok bölgede yaygın olan uygulama onların nehirlere atılması şeklindedir.

Nefsani istekileri terk edip dünyadan el etek çeken ve böylece Tanrı’yı idrak eden zahitler için uygulanan cenaze merasimlerinde de kısmî farklılıklar bulunur. Hindulara göre bu tür kimseler, geçici mutluluk olan atalar yurdunu değil ebedi kurtuluş yurdunu (Brahmaloka) kazanmayı amaç edindiklerinden hem dini hem de sosyal açıdan sıradan halktan farklıdırlar. Dolayısıyla dünyevi yaşamın ardından ebedi mutluluğa ulaşan bu kimseler için düzenlenecek son geçiş töreni de diğer insanlarınkinden farklı olmalıdır. Erken dönemlerde yaygın olan uygulamaya göre böyle kimselerin cenazesi açılan bir çukura dualar eşliğinde gömülmüş, göbeğinin üzerine dilenci kâsesi, sağ eline ise su dolu matarası (kamandalu) konulmuştur. Cesedin üzeri toprakla örtüldükten sonra hayvanların ve diğer dış etkenlerin vereceği tahribatı önlemek amacıyla mezarı toprakla bir miktar yükseltilmiştir. Diğer insanlar için cenaze yakma töreni sonrası yapılan ritüeller, bu tür kimselerin vefatından sonra gerekli görülmemiştir.

Bu uygulama günümüzde kısmen değişmiş olmakla birlikte münzevi yaşamı ön planda tutan bazı Hindu mezheplerinde sürdürülmektedir. Bunlar mezhep önderlerinin cenazelerini toprağa gömerler veya suya bırakırlar. İnanca göre böyle kimseler, manevi bilgi sayesinde aklanmış ve Tanrı’ya ulaşmışlardır. Bu yüzden onların ruhlarının yeni bir beden  alması  veya  atalarının  yanına  ulaşması  için  cenazelerinin  yakılmasına  gerek yoktur. Ancak mezhep taraftarları böylesine özel bir cenaze merasimi gerektiren kişilerin seçiminde oldukça titiz davranılırlar. Nitekim adanmışlık yolu (bhakti marga) veya bilgi yolu (cnana marga) gibi kurtuluş yollarını takip ettiklerini iddia eden modern dönemdeki her bir din adamının, Hindular tarafından çileci yaşamı benimsemiş hakiki bir zahit olarak kabul edilmediği vakıadır.

Hamileyken vefat eden kadınların cenaze merasimlerinde de farklı uygulamalar mevcuttur. Bu şekilde ölen kimselerin bedenleri genel olarak yakılmakla birlikte cenaze merasimlerinde bir takım özel muameleler ve ritüeller söz konusudur. Erken dönemlerde anne  karnındaki  çocuk  alındıktan  sonra  kadının  cesedi  yakılmıştır.   Günümüzde  ise çocuğun   anne   karnından   alınması   için   özel   bir   çaba   harcanmaksızın   bu   işlem yapılmaktadır. Özellikle Hindistan’ın güney kesiminde bulunan Kerala ve Tamil Nadu eyaletlerinde yaşayan Hindular arasında lohusalık veya ay hali döneminde ölen kadınların cenaze merasimlerinde özel uygulamalar bulunur. Örneğin, bu şekilde vefat eden kişi doğumdan  veya  adet  kanamasından  dolayı  kendisine  bulaşan  kirlilikten  temizlenmesi amacıyla içinde “panchagavya” bulunan su ile yıkanır. Sonra bedeni temiz elbiselerle sarılır ve dualar eşliğinde yakılır.

Evlerinden uzak diyarlarda vefat edenlerin cenaze törenlerinde de kısmi farklılıklar bulunur. Erken dönemlerde gurbette ölen kişinin cenazesi mümkün olan en kısa sürede evine getirilmiş ve ona uygun bir cenaze töreni icra edilmiştir. Cenazesine ulaşılamayan kişinin ise ceylan derisinden büstü yapılmış ve ölen kişiyi temsil eden bu büst, bir takım ritüeller eşliğinde yakılmıştır.Evinden çıktığı halde belli bir müddet geçmesine rağmen dönmeyen ve kendisinden haber alınamayan kişi için de benzer bir cenaze merasimi uygulanmıştır. Fakat haber alınamayan böyle kimselerden bazılarının nadir de olsa bir süre sonra evlerine döndükleri olmuştur. Bu durumda onların manevi olarak yeniden hayata dönmeleri amacıyla tekrar bir takım ritüeller düzenlenmiştir. Günümüzde de gurbette ölen kimseler için buna benzer cenaze merasimleri söz konusudur. Fakat kaybolan insanların cenaze merasimini düzenleme hususunda erken dönemde olduğu gibi aceleci davranılmaz.  Böyle  kişilerin  dönme  ihtimallerinin  bulunmadığına  kanaat  getirildikten sonra cenaze törenleri icra edilir.

Kaza, yaralanma, zehirlenme, boğulma ve düşme gibi nedenlerden dolayı ölen kimseler için de farklı uygulamalar gündeme gelmiştir. Hinduizm’in erken dönemlerinde bu şekilde ölen kimselerin atalar yurduna kabul edilmeyecekleri düşünüldüğünden onlar için zahmetli ve yorucu olan cenaze yakma töreni çoğu zaman uygulanmamıştır. Onların cenazeleri genellikle bir nehre atılmış veya ıssız bir yere bırakılmıştır. Ölen kişilerin ardından belli süre riayet edilmesi gereken bir takım kurallar, böyle durumlarda gerekli görülmemiştir. Ancak daha sonraki süreçte bu anlayış terk edilmiş ve bu şekilde vefat eden  kimseler  için  de  çoğu  zaman  cenaze  yakma  töreni  uygulanır  hale  gelmiştir.C

Hinduizm’in erken dönemlerinde düşük kasta mensup bir erkek ile daha üst kasta mensup bir kızın evlenmesi (pratiloma)  sonucu dünyaya gelen kişilerin ve bu böyle bir evlilik gerçekleştirenlerin,   din   değiştirenlerin,   zina   yapanların,   çocuğunu   aldıranların   ve kocasından nefret eden eşlerin vefatları durumunda da teferruatlı bir cenaze merasimi düzenlenmesi hoş karşılanmamıştır. Bunlar toplum yapısına ve ahlaki sisteme zarar verdiklerinden, pek çok manevi faydası olan cenaze törenlerinden mahrum bırakılmışlardır.

Cemil KUTLUTÜRK ( e-Şarkiyat ilmi Araştırmalar Dergisi )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu