DESTANLARSÜT OKYANUSUYAŞAM

SÜT OKYANUSU-AMRİTA

Altın çağında, daha dünya genç iken, ne tanrılar ne de onların üvey kardeşleri olan şeytanlar ölümsüzdüler. Diğer yaratıklar gibi, onlar da yaşlanmaya ve ölüme mahkumdu­lar. Bu, onların ortadan kaldırmaya karar verdikleri doğala­rındaki bir özellik idi. Bu yüzden, Meru dağının eteklerinde ilgili tarafların bir araya geldiği bir toplantı yapıldı. Bu top­lantıyı yaratıcı tanrı olan büyük babaları, tanrılar tanrısı Brahma yönetti. Uzun bir süre düşündükten, uzun bir süre tartıştıktan sonra eğer süt denizini çalkalarlarsa “amrita” adı verilen ve bunu içen her kişiye ölümsüzlük ihsan eden bir içki elde edecekleri sonucuna vardılar.

Tanrılar ve şeytan­lar, bu karara varmada, Vişnu’nun katılımını sağlamaları gerektiğini söyleyen tanrılar tanrısı Brahma’nın desteğini almışlardır. Gerçekte, hikayeyi aktaranlardan biri, okyanusu çalkalamaları gerektiğini ilk olarak kudretli tanrının teklif ettiğini söyler, ve “amrita”ya ek olarak diğer birçok şeylerin aynı şekilde korunacağına söz verir.

O günlerde, tanrılar da ve şeytanlar da dindarca davranış ve fazilet için eşittiler. Onlar, her ne kadar farklı annelerden gelseler de aynı babanın oğulları idiler. Babaları en yüksek mertebeden olan rişi idi, ve anneleri kardeştiler ve bu kar­deşler eşit şekilde dindar ve seçkin bir bilgenin kızları idiler, ve bu bilge ataları gibi Tanrı Brahma’nın oğullarından biri idi. Böylece görevlerine başlamadan önce herbirinin çektikleri eziyetlerin ürünlerini eşit olarak paylaşmaları ko­nusunda karar verilmesi gerektiği çok doğaldı. Süt Denizi­’ne olan yolculuk çok uzundu. Bu okyanus dünyamızın öte­sinde hiç durmadan genişleyen çemberler içinde uzanan ye­di okyanusun altıncısıdır. Varacakları yere geldiklerinde yapmayı tasarladıkları şeyi Süt Denizi’ne söylediler, ve on­ların bu hareketinin ona hiç bir güçlük teşkil etmeyeceğini ümit ettiler. Okyanus onların bu hareketinin sebep olacağı çalkalanışa karşı yeterince güçlü olduğunu söyledi. Ama buna karşılık bir şartı vardı ve bu şartı amrita içkisi üretil­dikten sonra, ona bu içkiden bir pay vermeyi kabul etmele­ri idi.

Eyleme başlamadan önce bir çalkalama sırığına ihtiyaç vardı, ve bu nedenle tanrılar ve şeytanlar Mandara adı veri­len bir dağı kullanmaya karar verdiler. Bu dağ 77.000 mil (yaklaşık 128.000 km) yüksekliğinde idi, ve bu dağın kök­leri de aynı mesafede dünyanın içine girmişti. Bu dağın kö­künü söküp çıkarmaya çalıştıkları zaman birlikte oluştur­dukları çabaların bunu gerçekleştirmeye yeterli olmadığını gördüler. Böylece birlikte yaşayan büyükbabalarına ve Viş­nu’ya gittiler, ve üzerlerine aldıkları bu görevin daha başın­da engellendiklerini söylediler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. Ama Vişnu onlara üzülmelerinin gereksiz olduğu­nu, büyük yılan Ananta’nın hemen dağı kökünden söküp çı­karacağını söyledi. Ve hakikaten bu gerçekleşti. Ananta çok kolay bir şekilde dağı kökünden söküp çıkardı. Bu Viş­nu’nun açıkça bir görünümü değil miydi? Ye erkek kardeş­ler bu dağı derhal denizin ortasındaki yerine yerleştirdiler. Çalkalama halatı konusunda ise bir zorluk yaşamadılar. Va­suki adındaki diğer bir yılan onlara yardım etmeyi kabul el­ti. Bin yıldan daha uzun bir süre, tanrılar ve şeytanlar bu iş için çalıştılar. Hızla döndürülen dağ, okyanusta yaşayan de­niz hayvanları üzerinde büyük bir hasar oluşmasına neden oldu. Binlercesi ezilerek öldürüldü.

Bu dönüşümün meyda­na getirdiği ısıdan dolayı okyanusun her iki yanında yaşam­larını sürdüren hayvanların büyük çoğunluğu yandı. Ger­çekten, eğer İndra kurtarmaya gelmeseydi ve büyük yağmur seli ile ateşi söndürmeseydi, üzerinde yaşayan hayvan ve kuşlarla birlikte dağın tamamı yok olacaktı. Vasuki adlı yı­lan bile bu zor ve acı verici görevden rahat ya da mutlu de­ğildi. Tanrılar onun kuyruğunu ve şeytan kafasını tuttular ve onu bin yıl boyunca ileri geri çekerlerken o, kızgın zehirli dişlerinden dört zehir akıntısı püskürttü.

Bu zehir tüm evreni yok etme tehdidi ile ve tanrıları ve şeytan­ları, hayvanları ve insanları yok etme tehlikesi ile toprakta sürüklendi ve sonunda kudretli bir nehir gibi dünyanın her tarafına yayıldı. Bu üzüntüleri içinde eziyet çekenler bir kez daha yardım için yalvardılar. Bu durumda yok edici tanrı o­lan Şiva’ya yalvardılar. Ve yalvarışları Vişnu tarafından i­kinci plana atıldığında, Şiva yalvarışlarını işitti ve zehiri i­çip bitirdi. Bu güçlü içecek bile ona en ufak bir zarar vere­medi. Fakat daha sonra ebedi olarak boğazında mavi bir iz bıraktığı fark edildi. Uzun yıllar önce yaradılışa verdiği bü­yük hizmetten dolayı, bu kudretli hizmeti hatırlama açısın­dan, ona inananlar bugün ona mavi boğazlı derler. Şiva zehiri içerken, tanrıların en eskisi olarak bilinen Vişnu, güle­rek doğru olan tek şeyin onun okyanusun ilk ürününü al­ması gerektiğini işaret etti.

Bu tehlikeden kurtarılmış olan tanrılar ve şeytanlar he­men bir diğerine maruz kaldılar. Dağın ağırlığı, çok hızlı bir ivmeyle sürekli olarak dönmesinden dolayı, dünyanın tam altına doğru bir delik açmıştı. Bir an için ne yapmaları ge­rektiğini bilemediler, yardım için Vişnu’ya döndüler. Başta tanrılar olmak üzere, onun tüm varlıkların koruyucusu ve destekleyicisi olduğunu söylediler. Ona, dağı dönmez hale getirecek ve cehenneme batmasını önleyecek kişi olarak baktılar. Böylece, Vişnu kendini olağanüstü büyük bir kap­lumbağa şekline dönüştürerek göründü, okyanusa girdi ve dağı sırtına yerleştirdi. Ama kendini bu yeni görev ile sınır­lamadı. Gücü o kadar büyüktü ki bir çok biçime girebilirdi.

Dağı sırtında götürürken çalkalama halatının çekilmesine yardım etmeye devam etti ve aynı zamanda bir tepe üstüne oturarak zahmet çeken yoldaşlarına taze enerji gönderdi. Şeytanların ve göksel varlıkların bu görevde ne kadar daha uzun süre çalıştırıldıkları hakkında bize yeterince bil­gi verilmedi. Ama, sonunda okyanustan belirli şeyler zuhur etmeye başladığı zamana kadar çok uzun bir süre harcamış­lardı. Zuhur eden ilk şey Surabhi adı verilen, yaşayanların her birinin besleyicisi ve anası olan, harika bir inekti. Daha sonra gözleri bir sarhoş çılgınlığı içinde dönen şarap tanrı­çası zuhur etti. Şeytanlar onu korumayı isterlerdi, ama o tanrılar toplumunu tercih etti. Bunu takiben başka bir ka­dın, bir nilüfer çiçeği üzerinde oturtulmuş ve elinde bir ni­lüfer tutan bereket tanrıçası Lakşmi zuhur etti. Onun zuhur etmesi büyük bir heyecan uyandırdı. Cennet ozanları ve bü­yük bilgeler ona övgülerini şarkıya dökerek söylemeye baş­ladılar. Ganj nehri ve diğer kutsal nehirler onun önüne aktı­lar ve ondan kendi suları içinde yıkanmasını istediler. Süt Denizi, ondan, hiç bir zaman solmayan çiçeklerden yapılma bir çelengi kabul etmesini isterken, dünyayı üzerinde tutan ölümsüz dört fil, kutsal akarsulardan altın sürahilerini dol­durdular ve onun üstüne döktüler. Bu şekilde süslenmiş ola­rak, Vişnu’ nun dizine oturdu. Şeytanlar onun lütfunu kazan­maya çalıştılar, ama o, gözlerini onlardan uzak tuttu. Gel­mesi yakın bir sonun kehaneti idi bu. Tanrıların doktoru ve tıptaki Ayur-veda sisteminin bulucusu olan Dhanwantari, göksel bir ağaç, bir at, ay, Vişnu’nun alıp göğsüne yerleştir­diği harika bir cevher (kıymetli taş), ve sayılamayacak ka­dar çok güzel kadınlar süt denizinin ürünleri idiler. Bu ka­dınlar, kendilerini, tanrılara ve şeytanlara sundular, fakat onlar reddettikleri için herkesin emrine verildiler. Onlar cennette yaşarlar ve Apsarase’ler ya da semavi su perileri o­larak anılırlar.

Tanrıların doktoru elinde bir kap ile en son zuhur eden kişi idi. Kap içinde amrita içkisi vardı. Güçlükle elde ettik­leri bu ürünü, her iki tarafın da eşit bir şekilde paylaşmaları gerektiği anlaşması unutularak, tanrılar ve şeytanlar ona sa­hip olma savaşına başladılar. Savaş günlerce çok şiddetli bir şekilde devam etti. Binlerce ve binlerce şeytan kılıçla kesilerek öldürüldü. Yeryüzü ölülerle kaplandı. Vişnu, bu müsabakada büyük bir rol oynadı. Ve nihayet bir an için, konu bir denge içinde titreşti; çünkü böyle ya da şöyle, şey­tanlar amrita içkisini ihtiva eden kabı ele geçirdiler ve iç­mek üzere idiler. Eğer bu içkiyi içmeyi başarmış olsa idiler tanrılar değil, şeytanlar ölümsüz olacaklardı. Ama Vişnu bir kez daha kurtarıcı olarak geldi. O, düşmanları için çok zeki ve çok çabuktu. Kendisini büyüleyici bir şekilde çok güzel bir kadın haline dönüştürerek şeytanlarla flört etmeye başla­dı. Onun güzelliği ile kendilerinden geçerek ve ona delice­sine aşık olarak aldatılan şeytanlar, aldatanın (Vişnu’nun) e­line içki kabını (amrita içkisi) verdiler ve böylece şeytanlar ölümsüzlük şansını ebediyen kaybettiler. Herşeyin bittiğini anladıklarında, (şeytanlar) ya okyanusun derinliklerine doğ­ru daldılar, ya da dünyanın iç kısımlarında barınaklar seçtiler.

Böylece amrita emniyet altına alındı ve tanrılar bu içki ile dolu kabı Vişnu’nun elinden aldılar ve içtiler, bunu yap­tıkları anda ölümsüz hayatın verdiği ihsanı elde ettiler. Sıra halinde durup kabı birinden diğerine verirlerken Rahu is­mindeki bir şeytan kendini yavaş yavaş onların arasına sok­mayı başardı. Kap elindeydi, hem de dudaklarında idi, ve Güneş ve Ay kuzu kılığına girmiş kurdu keşfettiklerinde am­ritanın bir kısmı boğazında idi. lşığın hızlı olduğu kadar ça­buk bir şekilde, hemen ne olduğunu yoldaş tanrılarına söy­lediler, ve diski ile bu alçağın boğazını kesmek Vişnu için bir anlık bir işti. Vuruş öylesine kuvvetliydi ki, kafasız be­den yere düşerek dünyayı sallarken uçan kafa dönerek gök­yüzüne gitti. Şeytanın amrita içkisini içmesi halinde ne ola­bileceği bize söylenmedi. Kafasını kaybetmek şeytanı yaşa-maktan mahrum bırakmadı, ve o günden bu yana Rahu, Gü­neş’i ve Ay’ı hiç bir zaman affetmedi. Zaman zaman, ısrar­lı bir şekilde onların her ikisini de yutma girşiminde bulun­du, ve bu, bu iki gövdenin (Güneş’in ve Ay’ın) dönemsel o­larak katlanmak zorunda kaldıkları tutulmanın bir açıklama­sıdır.

Başarılarından dolayı mutlu olan tanrılar Mandara dağı­nı yerine yerleştirdiler ve havayı sesleri ile yararak cennet i­çin yola koyuldular. Yüksek dünyaya ulaştıklarında, amri­tanın korunması için en dikkatli planlamalarını yaptılar. Bir bıçak kadar keskin, güneş gibi parlayan muhteşem bir tekerlek onun etrafında aralıksız olarak döner, ve çok çok büyük iki yılan, hiç kırpılmayan gözlerle, gece gündüz onu bekler ve ona bekçilik ederler.
Mahabharata, I. 17. 
Ramayana, I. 45.

Açıklamalar :

Altın Çağ, dört çağın birincisidir. Biz dördüncü çağda ya da Şeytan Çağı’nda yaşıyoruz. Bütün çağlar toplam olarak dört milyon yıldan fazla ediyorlar.

SÜT DENiZi : Dünyamız ve onu çevreleyen okyanusun dışında altı kıta ve her bir kıtanın okyanusu olduğu söyle­nir. Hepsi birlikte yedi kıta ve yedi deniz eder. Süt Denizi altıncı okyanustur. Dünyanın merkezinde Meru Dağı bulu­nur ve tanrılar orada yaşar.

YARATICI TANRI BRAHMA : Prajapati (varlıkların tan­rısı) denilen bir çok oğlu vardır. Kaşyapa bunlardan biri­dir. Sekiz karısı vardır. Bunlardan biri olan Aditi otuz üç tanrının anasıdır (on iki Aditya, sekiz Vasu, on bir Rudra ve iki Aşvin). Diğer karısı Diti’dir. Şeytanların (Daitya) ana­sıdır. Üçüncüsü Manu’dur, insanların anasıdır. Diğerleri vahşi hayvanların, kuşların ve ağaçların analarıdır. (Ramayana, III. 14)

Brahma-Vişnu-Şiva

Başka bir gelenek Kaşyapa’nın tüm varlıkların babası ol­duğunu söyler. Buna göre o Brahma’nın oğlu değil torunu­dur. Brahma “nın oğlu olan amcalarına dünya nüfusunun yaratılmasında görevler vermiştir. Böylece biri şeytanların babası, diğeri kaplanların babası vs. olmuştur. ( Mahabba­rata, i. 65)

Brahma genellikle büyükbaba olarak isimlendirilir (Pitamaha), çünkü Kaşyapa’nın ve diğerlerinin babasıdır ve o yüzden tanrıların, şeytanların, vahşi hayvanların ve insan­ların büyükbabasıdır.

VİŞNU : On iki Aditya’nın en gencidir. “En genci ve en iyisi”der bir hayranı. Yaratıcıyla eşit değere yükselmiştir ve koruyucu tanrıdır. Kaplumbağa olarak doğumu (avata­ra) onun on temel genel doğumundan sadece biridir.

ŞİVA : On bir Rudra’dan biridir. Diğer onundan ayrı ola­rak yükselmiş Vişnu ve Brahma ile aynı düzeye gelmiştir ve Hindu üçlüğü oluşmuştur. Boğazının kara olmasınınbaşka bir açıklaması Mahabbarata’da (XII. 343) verilmiştir. Buna göre, Vişnu Şiva ile kavga ederken onun boğazını sıkmıştır ve kara leke ordan kalmıştır. Ramayana ve Mahabbarata destanları Vişnu’ya önem ver­miştir.

OTUZ ÜÇ TANRI : Rig-Veda’da onlardan bahsedilir an­cak bu eser Kaşyapa ‘nın onların babası olduğunu söyle­mez. Daha sonraki dönemde bu fikir mitolojide geçer. Ananta (sonu olmayan) dünyanın üzerinde durduğu büyük yılan Şeşa’dır.Vişnu’nun bir görüntüsüdür. Lakşmi, öz­gün olarak bereket göstergesidir (Rig-Veda). Yişnu’nun eşi olmuştur.

AMRİTA : Ölümsüz.

RAHU : Hindistan’da hala onun tutulmalar sırasında ayı ya da güneşi yutmaya çalıştığına inanılır. Çoğu insan kor­kularını davul çalarak ya da yıkanarak kovar.

Kaynak : J.M. Macfie- Hint Efsaneleri

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu